Yirmi binden fazla aşığı öldürüyorlar ve biz bilmiyoruz bile.
Onlar sevgililerine aşk şarkıları söylüyorlar.
Dağarcıkları çok zengin ve çapkın şarkılarla yüklü.
Neşeli, homurtulu, titrek ses tonlarını karıştırarak dişilerine kur yapıyorlar.
Rakip erkeklere de sertçe uyarılarda bulunmuyor da değiller hani.
Aradaki sert vurgular onlar için!
Teksas A&M Üniversitesi ile Teksas Üniversitesi’ ndeki bilimciler, insan kulağının duyamayacağı kadar çok yüksek frekanstaki bu şarkılarını kaydederek çözümlediler. Yaklaşık üç yıl sürdü bu çalışmaları. Yüz binlercesini incelediler. Özel ses kayıt cihazları kullanıldı bu iş için.
Sevgililerine aşk şarkıları söylüyorlardı. Şarkılar belli bir formatta ve belirli bir dizgiye sahiptiler.
Daha da ilginç olanı aynı bölgedekiler, aynı şarkıları söylüyorlardı.
Dişilerini çekebilmek içindi bu sesler; neşeli, homurtulu ve titrek…
Dişiler elbette baştan çıkıyorlardı. Hangi can dayanabilirdi ki böylesi aşk çağrılarına? Hem doğa da yasasıyla emretmiyor muydu böyle olmasını?
Doğumhaneleri de vardı, emzirme odaları da.
Toplumsal dayanışmada başkaca bir canlının onlarla boy ölçüşmesi düşünülemezdi bile.
Anasının memesindeki sütü yetmeyene, bir diğeri süt annelik yapmaya uçuyordu hemen.
Binlerce ve binlerce yıldır bu ekosistemde yaşıyorlardı. Zeytin sineği ile de beslendikleri için, zeytinin bu bölgede var olmasını sağlamışlardı.
O zeytin ki, üreticinin ekmeği idi, aşı, çaresi idi. Lokman Hekim’ in Adana’ daki Misis Köprüsü’ nden düşürdüğü ölümsüzlük reçetesinden okunabilen tek madde bu zeytin denilen meyvenin yağıydı. Yiyene, içene şifaydı bu zeytin.
Bu zeytin ile büyük bir dayanışma içindeydi yarasalar. Binlerce yıldır birlikte var olmuşlardı.
Şimdi birlikte yok olacaklardı. Ama işin ironik tarafı, binlerce ve binlerce yıldır yapay olarak sulanmadan yaşayan verimli zeytin ağaçlarının sulanmaları gerekmişti birdenbire! Birileri böyle gerek görmüştü. Zeytinler sulanacaktı!
72 Milyon TL. harcandı ve baraj yapıldı. Artık yarasaların mağaraları; doğum yaptıkları, yavrularını emzirdikleri ve hep birlikte yaşadıkları mağaraları sular altında kalacaktı. Tüm mağaraları ve kendileri; yok olacaklardı, öleceklerdi! Uluslararası anlaşmalara imza atılmış olmasının ve TBMM’ ce çıkarılmış yasaların bir hükmü yoktu. Aşıklar öldürüleceklerdi. Onları, halkın çok güzel yakıştırmasıyla TOKİ konutlarına yerleşmeğe zorluyorlardı. Oysa ısı, nem, ışık, bakteriler hepsi birden bir ekosistemdiler. Kendi doğal mağaralarında öyle yaşıyorlardı.
O zaman 3 milyonTL. daha harcandı. Yaşadıkları ekolojik mağaralarından, TOKİ mağaralarına tünel açıldı. Çok yoğun çalışmalar sonunda, elektrik getirildi dağın tepesine. Mağaranın içine kablolar döşendi. Işıklar yakıldı. Can dayanmaz gürültüler yapıldı. Aşıklar uzaklaştırıldı yuvalarından. Su tutulur hale getirilmeye çalışılıyordu böylece.
Zavallı köylüler de suyu bekliyorlardı. Sebze, meyve ve zeytin için. Oysa yarasalarla birlikte bu değerler de yok olacaktı. Meydan zeytin böceğine kalacaktı. Doğa böyle istemiyordu amma.
Niğde Ulukışla Maden Köyü’ ndeki altın işletmesine, Bergama’ dakine ve diğerlerine çok çok su gerekliydi. Köylünün ihtiyacı içinse bu barajlar ve göletler, nerede sulama kanalları? Programlarda bile yok. Bugün yapıyorum deseniz sulama kanallarını en az beş yıl gerekli. O zamana kadar, ne Allianoi kalır, ne sevgili yarasalar. Altını alan Türkiye’ yi geçmiş olur. Ama gelecek nesillere geçmiş olmaz!
Bu nedenlerle Balıkesir Havran’ da yapılan barajı iyi değerlendirmemiz gerekir. Yaşamdan yana düşünüyorsak, bu yanlışın önüne geçmek üzere, DSİ Genel Müdürlüğü’ ne demokratik tepkimizi bildirmeliyiz; hayır olamaz böyle şey! diyen e-postalarımızı, fakslarımız v.b. yağdırmalıyız.
Yaşam aşkla sürmelidir!
Yeşil bilgi platformu doğa geri almadan kısa çevre filmleri yarışmasını hangi film kazanır ?
—————
—————
—————
—————
—————
—————
—————